BİRAZ TARİH VE DENİZ FENERLERİMİZ

Abone Ol


M.Ali Ortaç
İstanbul'da yaşayan, İstanbul'a yolu düşen veya İstanbul'un tarihi geçmişinden biraz haberdar olanlar, eski İstanbul'un yedi tepeden müteşekkil olduğunu, bu tepelere de Osmanlı padişahlarının muazzam camiler yaptırdığını bilir. Bu camiler, Sultan Ahmet, Süleymaniye, Fatih, Yavuz Sultan Selim, Mihrimah Sultan, Nur'i Osmaniye ve Koca Mustafa Paşa camileridir.
Bu camilerden çok söz edilir. Ancak, İstanbul'dan 250 km uzakta, Edirne'de de bu camiler kadar görkemli ve bunlar kadar adından söz ettiren bir cami daha vardır. Bu cami, Osmanlı padişahlarından İkinci Selim tarafından, meşhur Mimar Sinan'a yaptırılan Selimiye camisidir. Mimar Sinan'ın, gençlik yıllarında başlayan cami mimarlığı, 80 yaşındayken, ustalık eserim dediği Osmanlı'nın eski başkenti Edirne'ye yaptırdığı Selimiye camisi ile bitmiştir. Herkes, Mimar Sinan'ın sanatına, o ise insanı pergelsiz, metresiz ama buna rağmen, kusursuz bir ölçüde inşa eden Allah'ın sanatına hayrandı.
Neyse, tekrar konumuza dönelim. Rivayete göre padişah 2. Selim İstanbul'da bu camiyi üzerinde inşa edecek yükseklikte bir tepe kalmadığından, Osmanlı'ya bir dönem başkentlik yapan Edirne'de, şehrin içerisinde bulunan en yüksek tepeye yaptırmıştır. Öyle ki bu cami de diğer Osmanlı sultanlarının 7 tepeye yaptırdıkları diğer camiler gibi şehrin her tarafından gözükmektedir.
Bu kadim ve heybetli Mescitlerin şehrin her tarafından, özellikle gece gözükmeleri, bana deniz fenerlerini hatırlattı. Hani, şu gece karanlığında, deniz dalgalarından dolayı yolunu kaybeden tehlike içerisinde olan gemilere, sığınacakları limanların yolunu gösteren deniz fenerleri var ya işte onları bana hatırlattı. Ve şehirlerimizdeki camilerin ezanları, minareleri, ışıkları gürültü ve stresten, dünya meşgalesinden daralanların-bunalanların sığınacağı, ferahlayacağı yerlerin işaretleridir.
Daha kötü durumda olan, günahlardan dolayı, dünyanın süsü ve gayri meşru geçici zevklerinden dolayı yolunu şaşırıp, cehennem yoluna sapanların, cennet yolunu bulacakları, arınacakları limanları gösteren o yüksek minareler ve ışıkları deniz fenerleri gibi durmaktadır.
Öyleyse, yolunu şaşıranlar, bunalan, daralan, huzur arayanlar, kendini Allah'ın yardımına-ikramına muhtaç hissedenler, haydin camilere.
Hem eskiden şehirlerde hayatın tamamı, bahsettiğimiz özelliklerdeki camiler etrafında dönüyordu. Çarşı, pazarlar, hanlar, hamamlar, hastane ve medresler-okullar hepsi cami etrafındaydı. Dolayısıyla bizden önceki faziletli ve faziletlerinden ötürü onurlu ve huzurlu olan atalarımız, camileri hayatın merkezine almıştılar. Bugünün Müslümanı da daha faziletli, daha onurlu ve daha huzurlu olmak için camileri hayatın merkezine almalıdır.
Hem hayatında cami olanların hayatı ve yaşamı daha değerli olmuştur. İşte yukarıda ismini saydığımız camileri yapan ve yaptıranlar bunun en canlı örnekleridir.
Hem onların, camilerini yaptırdıkları-yaptıkları şehirler de daha değerli oldu. Düşünsenize, İstanbul'dan, Edirne'den, Diyarbakır'dan, Van'dan, Bitlis'ten ve hatta Mekke ve Medine'den hasılı kelam tüm İslam Şehirlerinden camileri hayalen çıkarsanıza, şehirlerimiz ne kadar da değersiz ve anlamsızlaşır, değil mi?
Öyleyse şehirlerimiz gibi hayatımızın da daha değerli ve anlamlı olması için yaşadığımız hayatın her gününde muhakkak cami olmalıdır.