MEKKE’NİN FETHİ

Abone Ol

Bismillah
Mekke, yüce kitabımız Kuran'da Ümmü'l-Kura(1) yani şehirlerin annesi diye isimlendirilmiştir. Hz. Adem tarafından yeryüzünde ilk kurulan şehirdir.
Mekke, ilk inşa edilen Mescidi, Kabeyi yani Beytullahı, mescitlerin ana merkezi, İslam aleminin kıblesini üzerinde barındırıyor. Mekke, Hz. İbrahim, İsmail, Hud, Salih ve Hz. Musa'nın ve belki de, daha başka da peygamberlerin Kabe için ziyaret ettiği mübarek belde. Mekke Dünyanın merkezinde bir şehir. Bu iddiamızla ilgili Araştırmacı Dr. Kemalüddin Hüseyin Kabe'nin karasal bölgelerin merkezi olduğunu söylemiştir. (2)

Mekke İslam Peygamberinin ve İslam davasının da doğduğu şehirdir. O yüzden bizler için çok şey ifade eden önemli bir merkez. Bu şehrin fethi'de bizler için çok şey ifade eden, önemli bir olaydır. O nedenle Mekke'nin fethi üzerinde özenle duracağız.

Allah Resulü kendisine iman eden Ashab ile, İslama davet ettiği Mekke halkının gönüllerini fetih etmek için 13 sene boyunca tüm sıkıntılara rağmen uğraş verdi, mücadele etti. Ancak 300 civarında seçkin insan, gücü karşılarına alıp, hakkın tarafını seçebildi.

Kureyş ise insanların geneli gibi, Muhammed dışımızdakilere galip gelsin, güçlü olsun ona iman edelim. Kureyş dışındaki Araplar da, Muhammed Kureyş'e galip gelsin, o zaman ona iman edelim diyorlardı. Yani günümüz siyasi tabiriyle, bekle gör politikası güdüyorlardı. Oysa İnsan olmak Hakkın ve haklının tarafı olmayı gerektirmiyor muydu?
Ama Mekke'nin fetih olması lazımdı. Bunun için de, Medine'nin olması gerekiyordu.

Medine için de, Musab gerekiyordu. Musab'ta, Muhammedi cemaatin terbiyesiyle yetişecekti. Musab tek başına Musab olmamış. Fetih için, Hicretin yaşanması yani ayrılık acısı çekilmeliydi. Aç, susuz ve yorgun düşülmeli, Ter, Gözyaşı ve Kan akıtmak gerekiyordu.

Yani güçlü olmak gerekiyormuş. O günün Müslümanları, bahsettiğimiz tüm fedekarlıkları gösterdiler. Yeryüzünü küfürden temizlemek, Allah'ın kullarını, kula kulluktan kurtarmak, İnsanları adaletsizlikten İslam'ın adalet, kardeşlik ve eşitliğine kavuşturmak için ant içmiştiler.
Kimseden de, karşılık ya da, alkış beklemiyorlardı. Onların gözü Allah'ın rızasındaydı. Zaten Allah'ta Resul'ü de, onlardan ve de, bizlerden, yani iman edenlerden bu ant uğrunda bir ömür cehd etmeyi istememiş miydi?
İnsanlık Tarihi boyunca yeryüzü için fitne olan Yahudiler o dönem de, yine Müslümanlar için imtihan olmuştular. Müşrikleri, münafıkları Resulullah ve Ashabı aleyhine kışkırtıp destekliyordular. Yahudiler Hayber'e doluşmuştular. Allah'ın yardımıyla Hayber fetih edilip, Yahudi fitnesi kuruyunca, müşrikler desteksiz ve dostsuz kalmıştılar. Bu arada Fetih derken, fethin insanların hidayeti, gerçek özgürlüğü ve huzuru olduğunu belirtelim.

Fetih ve işgali bir birinden ayırmak gerek. İşgal ise insanların köleleştirilmesi, sömürülmesi, yani Irak, Afganistan, Çeçenistan ve Suriye demektir.
Ashap hangi halka Fetih için gitmiş ise, onlara gelin Allaha ve Kitap gönderdiği Resul'üne İman edin, bizimle kardeş olun, tüm haklarımıza sizlerde sahip olun demişler kimseye ırkları, dilleriyle üstünlük taslamamışlar. Üstünlüğü Takvada bilmişler.

Ey başkalarına İslam'dan başka, Irkından veya farklı bir şeyinden dolayı üstünlük taslayanlar, Allah'a ne hesap vereceksiniz. Ümmeti olduğunuz Peygamberin nasıl yüzüne bakacaksınız. Mekke fethinden önce müşrikler ile Müslümanlar arasında Hudeybiye antlaşması yapılmış.Bu antlaşmaya göre, Huzaa kabilesi Müslümanların, Ben-i Bekir kabilesi de, Kureyşin müttefiki olmuş.

Mekke müşrikleri Ben-i Bekir kabilesine silah ve bazı gençleriyle destek vermiş, onları Huzaa kabilesine saldırtmış. Neticede Müslümanların müttefiklerinden 23 tane insan katledilmiş. Yaşanan olaydan hemen sonra, Huzaa'lılardan 40 kişi mazlumiyetlerini gidip, Allah Resul'üne anlatıp, yardım talep etmişler.
Mazlumların hamisi Allah Resulü;
''Eğer size yardım etmezsem, Rabbimden yardım görmeyeyim'' deyip, Mekke müşriklerine şu üç seçeneği sunmuş.
1-Beni Bekir kabilesi üzerinden himayelerini çekmeleri.
2-Huzaalılardan katledilenlerin diyetlerinin ödenmesi.
3- Yukarıda ki maddeleri kabul etmezler ise, Hudeybiye antlaşmasının biteceğini ve kendileriyle savaşılacağı.
Müşrikler ilk zamanlar seçeneklerden 1. ve 2. maddeyi kabul etmemişler. Kendileri hakkında Allah Resulü savaş kararını verdikten sonra, Hudeybiye antlaşmasını yenilemek için Ebu Süfyan'ı elçi olarak Medine'ye yollamışlar. Ebu Süfyan beklediği ilgi ve karşılığı kimseden bulamamış ve muhattap alınmamış.

Kızı, Annemiz Ümmü Habibe'nin, babası Ebu Süfyanı Allah Resulü'nün minderine oturmaya layık görmemesi, Resulullah'a olan sevgisi ve bağlılığına güzel bir örnektir.
Annemizin bu davranışı, İslam bağının ve kardeşliğinin günümüz Müslüman kadınları ve erkekleri için en öncelikli hassasiyet olması dersini vermektedir. Ebu Süfyan eli boş Mekke müşriklerine dönüp, onlara; Müslümanların kalpleri, sizlere karşı tek bir kalp gibidir, Sözünü söylemiş.

Evet, bu gün işgallere uğruyorsak, Fetihlerimiz sadece tarihte kalmışsa, bir nedeni de, kalplerimizin tüm küfre ve kafirlere karşı bir olmayışından, birbirimizle uğraşmamızdan, içimizdeki sorunlarla boğuşup, meşgul olmamızdandır. Kardeşler, bu günün Siyonist ve emperyalistleri bizi çözmüşler, birbirimizle uğraştırıyorlar. Ne olur Müslümanlarla uğraşan ve onları meşgul eden olmayalım. Şairin dediği gibi hepimiz Ehli kıbleyi sevelim-Yaylarımızı gerelim-hedef büyükmüş karşıda -gelin küfrü devirelim.

Büyük fetih hazırlıklarına başlandı. Civardaki Müslüman kabileler Medine'ye belirlenen vakitte çağrıldı. Ama kimseye Mekke'nin fethi için hazırlık yapıldığından söz edilmedi, hatta Ashap'ta bile farklı bir algı oluşması için, Allah Resulü başka bir yöne küçük bir öncü birlik yollamış. Dolayısıyla bu hamle de, hedef saptırma için yapılmış. Hz. Ömer idaresinde birçok mücahit Mekke'ye giden yollara çıkıp nöbet tutmaya başlamışlar.

Mekke'ye giden hiç kimseyi bırakmamışlar ki, Müşrikler Müslümanların harekatından haberdar olmasınlar. Yalnız Bedir ashabından Hatip bin-i beltea, Mekke müşriklerine Müslümanların büyük bir orduyla üzerlerine doğru geldikleri haberini, Mekke'deki dünyalığını korumak için Müşriklere göndermiş. Allah'ın yardımıyla gönderdiği casus, üzerindeki haberle yakalanmıştı. İslam'da Davaya ihanetin cezası ölümdür. Yalnız Hatib'in Bedir ashabından oluşu, onu Allah Resul'ünün affına mazhar kılmıştır.

İslam'a ve Müslümanlara ihanet edenler için Allah (cc) ''İçinizden kim bunu yaparsa, yolun ta ortasından sapmıştır'' (3) diye buyurmuşlardır.
Rabbimden duam, İslam ümmeti içindeki hainlerin yüzünü daima ortaya çıkarıp, kara etmesidir.
Ramazan ayının 9'u hicri sekizinci yıl. Miladi Aralık 31'inde İslam ordusu Resulullah'ın komutasında 10 bin mücahit ile Mekke'yi fetih etmek için Medine'den yola şehadet arzusuyla çıkıyorlar. Biz Medine de can vermek, onlarda İslam davasını en uzak diyarlara götürüp oralarda can vermek arzusundaydı.

Sübhanallah, Onlarla ne kadar da, çelişen yanlarımız var.
Adalet Ordusu ilerliyor ve kimse, Ya Resulullah nereye gidiyoruz, dememiş. Ashabın, yüce şahsiyetli Rehberlerine sonsuz güvenleri de, bizleri hayrete düşürmesi gerekmez mi? Ya da bizlerin, bu günün Müslümanları olarak, yeni fetihler için Muhammedi ahlaka sahip Rehberler edinmemiz icap etmez mi?


Yalnız Peygamberimiz müşriklerin karşısına ansızın çıkıp onları hazırlıksız yakalamak istiyor ki, Mekke kan akıtılmadan Fetih edilsin. Tüm gizli hazırlık ve hassasiyetin, duasının nedeni buydu. Yoksa İslam ordusu Mekke'nin savaşacak en fazla 2-3 bin civarında erkeğini çok rahat bir şekilde bertaraf edebilirdi. İslam'ın dostluğu güzel olduğu gibi, düşmanlığı bile güzel, değil mi?
10 gün sonra bir akşam vakti Mekke müşrikleri hiçbir şeyden habersizken etrafları sarılmış.

Allah Resul'ü her bir askerin bir ateş yakmasını emretmiş. Yani 10 bin ateş yakılsın demiş. Ebu Süfyan yanındaki başkaları, hayret etmiş ve bunlarda kim her ateşin başında birkaç kişiyi hesaplayınca, 10 binlerce asker tarafından kuşatıldıkları zannına kapılıp, hepten direnme ümitlerini yitirmişler. Yine de bir bilgi elde etmek maksadıyla ateşlere yaklaşınca, Müslümanlar tarafından yakalanıp Resulullah'a götürülmüş. İman etmiş, Resulullah kendisine; Beytullah'a veya senin evine sığınan, yada kendi evine sığınanların güvende olacağını git kureyşe söyle demiş.

Hz. Abbas'a da, sabah İslam ordusu dar bir boğazdan geçince Ebu Süfyan'ı orada beklet te, İslam ordusunun ihtişamını görüp, bize karşı savaşma ümitlerini hepten kaybetsinler diye. Ebu Süfyan daha birkaç sene önce Taif'te taşlanan Hz. Muhammed'i muhteşem bir orduya sahip gördüğünde hayretini gizleyemeyip Hz.Abbas'a, senin kardeşinin oğlunun un saltanatı nede büyümüş deyince, Hz. Abbas saltanat değil, Nübüvvet demiş.

Ve ona, sen şimdi git de, kavmini kurtarmaya bak. Burada Hz. Abbas Mekke de, imanını Resulullah'ın emriyle kalıp gizlemiş. Oradan sürekli de, Müşriklerin hareketlerini Peygamberimize haber veriyormuş. Tüm bu ince taktik ve hesaplar, psikolojik yöntemler, Hz. Resulullah'ın askeri dehasının ne düzeyde olduğunu gösteriyor değil mi? O herkes için en güzel örnektir. Ebu Süfyan bugün kimse, gelen İslam ordusuna karşı koyacak güçte değil.

Hepiniz için eman aldım. Evime sığınan güvendedir. Beytullah'a sığınan güvendedir. Evine sığınanda güvendedir demişti. Ardından halkın hemen hepsi dağılıp söylenen yerlere sığınmış. Yalnız Kureyşin bazı gençleri de, gelen İslam ordusuna saldırmış. Saldırganlar hemen püskürtülmüş ve ciddi bir mukavemet ile karşılaşılmadan fetih gerçekleştirilmişti.

Peygamberimiz Mekke'ye muzaffer olarak girince neredeyse başı devesinin boynuna değecek kadar öne eğilmiş bir vaziyette, fetih suresini okuyup, Rabbine hamd ediyormuş. Allah Resulü mütevazıydi, insanlar mütevazı oldukça Allah onları yüceltir. Eriştiğimiz tüm güzellikleri Rabbimizden bilmeliyiz.
Yine Peygamberimizin mütevazılığine başka bir örnekte Hz. Ebubekir, babası Ebu Kuhafe'yi Biat için Peygamberimize getirince, neden yaşlı babana zahmet verdin. Onun yanına biz gitseydik ya, demiştir. Evet ne güzel söylemiş Hz. Ali'' Kibir bele bağlanan bir taş gibidir, onunla ne yüzülür, nede uçulur.''
Kardeşler, insanlar değerli olmak ister.

Bunun için de, kimileri bazı parti veya STK'lara üye olur. Kimileri mal, mevki ve makam elde etmeye çalışır. Diplomalar alır. Bu gayet normal bir durum. Ama şunu burada belirteyim ki, İslam dininin, İslam davasının İnsana kattığı değer ve verdiği İzzet ve Şerefi hiçbir şey katmaz ve hiçbir şey vermez. Her iki dünyada da, değerli olmak isteyen, kendini İslam davasına adamalıdır.

İşte sizlere iki güzel örnek. Hz. Üsame bin-i Zeyd bir kölenin oğlu iken, Allah Resulünün yanında, devesinin üstünde Mekke'ye onunla birlikte girmiş. Hz. Bilal ise, Kabe'nin üzerinden Ezanı Muhammedi'yi okuyor. Bir zamanlar köleleri olan birinin eriştiği şerefi görünce, müşrikler kahroluyor. Bazıları da, iyi ki babalarımız öldü de, bu kölenin Kabe'nin üzerine çıktığını görmediler, demişler.

Fetih tamamlandıktan sonra ,Allah Resul'üne Mekkeli kadınlar gelip Allah'a Şirk koşmamak, Zina yapmamak, hırsızlık etmemek, çocuklarını öldürmemek ve kimseye iftira atmamak üzere biat ettiler. Biat eden kadınların arasında, Hz. Hamza'yı vahşice parçalayan Hind'te vardı.

Ama Allah Resul'ünün ona karşı tatsız bir sözü bile olmamıştır. Çünkü onun kimseyle şahsi davası yoktu. Eğer İslam davamızdır diyorsak, bizim de kimseyle şahsi bir davamızın olmaması lazım ki, insanlar bizden olumlu etkilenip, davamıza hayran kalsınlar. Mekkeli müşriklerin Ahitlerine-sözlerine sadık kalmamaları, kaybetmelerine sebep olan, son hataları olmuş.

Öyleyse Ne pahasına olsa bile, bizlerin anlaşmalarımıza- verdiğimiz sözlere sadık kalmamız gerekmektedir. Kabe'deki tüm putlar Allah Resulü tarafından elindeki asayla, Hak geldi batıl zail oldu(4) ayeti okunarak devrilmiş. Tüm Mekke ve çevresi putlardan temizlenmiş.

Fethin neticesi, Kabe'nin şirkten ve putlardan arındırılması olmuştur. Allah Resulü bir Müslümanın kalbini kıran Kabe'yi kıran gibidir, hadisiyle İnsan kalbini, Kabe'yle özdeşleştirmiş. Öyle ise Kabe'nin putlardan arındırılma mesajını soyut manada şu şekilde anlamamız lazım. Kalbimizdeki put kadın, para,mevki,makam,ırk,dil,ideoloji veya şahıslar, her ne ise söküp,kırıp atmamız, kendimizi Kuran ve sünnete teslim edip, yeni fetihlere hazırlamamız lazım.

Ya Rabb bizlere, kainattaki bütün küfre meydan okuyacak bir iman ver.

Ya Rabb Bizleri Hz. Musab gibi, İnsanları İmana taşıyan İslam davetçileri eyle.

Ya Rabb Ümmeti bir araya toplayacak Muhammedi Rehberlere imkanlar nasip et. Amin…
1-Şura suresi 7
2-Sami el-mağlus, siyer atlası, s.32
3-Mümtehine suresi 3
4-İsra suresi 81