PKK, 1990’lı yıllarda İslami kimliğiyle bilinen yerel grupları ve sivil yapıları da hedef aldı. O dönemde şimdi sakal ve çarşaf nefretine kalkan yaptıkları DAİŞ ortada yokken, sakallı erkekler, çarşaflı kadınlar, medrese öğrencileri, cami görevlileri ve İslami sivil toplum temsilcileri saldırıya uğradı. En kanlı örneklerinden bir tanesi Susa katliamı. Diyarbakır'ın Silvan ilçesine bağlı Susa (Yolaç) köyünün mescidinde ibadet eden Müslümanlar, 26 Haziran 1992 yılında, yatsı namazından sonra camide PKK tarafından kurşuna dizilmiş, katliamda 10 Müslüman mazlumca şehid edilirken, 5 kişi de yaralanmıştı.
Bu saldırıların amacı, bölgede İslami kanaat önderlerini ve dini yapıları tasfiye etmek, toplumu ideolojik tek sesliliğe zorlamaktı.
O yıllarda kamera kayıtları ve yaygın medya olmasa da, bugün 6–8 Ekim’deki görüntüler bu şiddet zincirinin geçmişte de var olduğunu kanıtlar nitelikte.
Kobani bahanesiyle 2014’te sokaklara çağrı yapıldığında, hedef alınan toplumsal kesim yine değişmedi.
Bu kez “DEAŞ’a destek” bahanesi devreye sokuldu; sakallı, dini kıyafetli, medrese bağlantılı veya İslami STK’larda görevli kişiler yeniden hedefe konuldu. Tanık anlatımları ve güvenlik raporları, olayların spontane değil, planlı olduğunu ortaya koyuyor: Saldırılardan haftalar önce bazı şehirlerde “hedef listeleri” hazırlanmış, silah oluşturulmuş, eylem noktaları belirlenmişti.
O dönem hedef alınan bir siyasi partinin yetkilisi “Aslında 6–8 Ekim olaylarından 1–2 ay önce bunun altyapısı hazırlanmıştı. HDP’li bazı yöneticiler televizyon ve radyolarda İslami STK’ları DAİŞ’le özdeşleştirerek hedef gösteriyordu. Bölge halkı da biliyordu ki DEAŞ’ın bölgemizde bir etkisi yoktu; bu, rakipleri tasfiye planıydı.”
Kobani çağrısının ardından sokağa çıkan militan gruplar, ellerinde sopalar, bıçaklar ve ateşli silahlarla belirli adreslere yöneldi. Tanıklar, “sokağa çıkan PKK’lılar silahlarla kuş mu avlayacaktı?” diyerek o anların planlılığını vurguluyor.
Saldırılar sırasında İslami dernekler yakıldı,sakallı ya da dini kimliğiyle bilinen kişiler sokak ortasında linç edildi.
Diyarbakır’ın Sur ilçesinde, bir ailenin evi 12 saat boyunca silahlı kuşatma altında kaldı.
6–8 Ekim’in en kanlı yüzü, genç Yasin Börü ve arkadaşlarının vahşice katledilmesiydi. Ellerinde silah olmamasına rağmen PKK yanlısı gruplar tarafından linç edilen gençlerin görüntüleri, kamuoyunda büyük infial yarattı. Oysa örgüt, geçmişteki katliamlarda medya manipülasyonuyla yön değiştirmeyi başarmıştı; fakat bu kez kameralar gerçeği saklayamadı.
Planlı Saldırıda Siyasi Kanat da Aktör
O dönemin HDP'si saldırının en etkili aktörlerindendi. Kobani’ye giden isimlerin örgüt üst yönetiminden aldığı mesajları Ankara ve Diyarbakır’a taşıdığı iddia edildi. Tanıklıklara göre, Kamuran Yüksek, örgüt talimatlarını Selahattin Demirtaş’a iletmek üzere görevlendirilmişti. Bu temasların ardından yapılan sokak çağrılarıyla Türkiye genelinde onlarca şehirde aynı anda eylemler başladı. Örgüte yakın medya kanalları (ANF vb.), bu çağrıları “serhıldan” olarak servis etti; HDP, DTK, DBP, HDK gibi yapılar ve bazı sivil oluşumlar destek açıklamaları yaptı.





