Evet, Aziz okurlar; Kudüs'ün özlediği komutan Selahaddin Eyyubi'nin ihlas ve gayret dolu hayatını sizlerle paylaşmaya devem ediyoruz.
Sultan Selahaddin, hedefi olan Kudüs'ün özgürlüğüne adım adım yaklaşıyordu; çünkü Allah ona yardım ediyordu. Ve Kudüs'ün özgürlüğü için önemli bir adım olan Hıttin Savaşı vardı sırada...

Hıttin Savaşı:
Çeşitli çabalardan ve karşılaşmalardan sonra nihayet tarihte kesin bir sonuç sağlayan savaşla karşı karşıya gelindi. Bu savaş Filistin'deki Hristiyan devletine son veren, Haçlıların işini bitiren, onların varlığına sünger çeken bir savaştı.

İşte Hıttin savaşı bu idi; 1187 miladi yılında cumartesi günü yapıldı. Bu savaşta Müslümanlara feth-i mübîn nasip oldu.
Hristiyan ordusunun seçkin ve güzide savaşçı askerleri esir alındı. Kudüs kralı, öncüleri ve şanlı-şöhretli Hristiyanların hepsi esir edildi. Geride kalan Filistin'in bütün Hristiyanları cesur ve kahraman Müslümanların himayesinde idiler.

Canlı olarak kurtulan Hristiyan ordusunun piyade veya atlı askerlerinin hepsi Müslümanlara esir düşmüşlerdi. Müslüman askerler tek tek kendi esir aldığı Hristiyanları çadır ipleri ile otuzar otuzar bağlamıştı. Yerlere serilmiş Haçlılar, kesilmiş kollar, bacaklar birbiri üstüne öyle yığılmıştı ki sanki taş üstüne taş yığılmış gibiydi. Kesilmiş kelleler yerde sanki kelle değil de karpuz tarlasında saçılmış taneler gibi gözüküyordu.

Uzun süre, kanlı savaşın yapıldığı ve otuz bin kişinin öldürüldüğü söylenen bu harp meydanında beyaz beyaz kemiklerin meydana getirdiği öbeklerin, yığınların ta uzaklardan göze çarptığı ağızdan ağıza anlatılır durdu. Vahşi hayvanlar yedikten sonra arta kalan leş parçaları ovada yer yer dağılmış olarak görülüyordu.

Sultan Selahaddin'in Dini Hamiyyeti:
Fetih ve zaferle birlikte şu olay da tarihte bir hatıra olarak kalacaktır. Sultan Selahaddin'in dinî hamiyyeti ve iman gücü anlatacağımız şu olaydan daha iyi tahmin edilebilir. Bu olayı İngiliz tarihçisinin ağzından dinlememiz daha uygun olur:

'Selahaddin Eyyubi, çadırını meydanın ortasına kurdurdu. Çadır kurulduktan sonra esirlerin, huzuruna getirilmesini emretti. Kral Gai ile Reginald Chatillon birlikte içeri getirildiler. Sultan, Kudüs kralı Gai'yi yanına oturttu. Onun susamış olduğunu görerek, karla soğutulmuş bir kase su verdi. Gai suyu içti ve sürahiyi içmesi için Reginald'a verdi. Sultan bu harekete kızdı ve tercümanı aracılığı ile şöyle söyledi:

—Krala söyle, ben o adama su vermedim, kral Gai verdi. Kime ekmek, su verilirse o kişi emanda sayılır, onun hayatı garanti edilmiş olur. Ama bu adam böyle bir emanda bile benim intikamımdan kurtulamayacaktır.
Selahaddin Eyyubî böyle söyledikten sonra ayağa kalktı. Reginald'in karşısına geldi. Reginald, çadıra girdiği andan itibaren hep ayakta bekliyordu. Sultan ona dedi ki: 'Bak, ben seni öldürmeye iki defa yemin ettim.

Birincisi; sen Mekke ve Medine'ye saldırmak istediğin zaman, ikincisi de; sen hile ile Mekke'ye giden hacıların yollarını kesip onlara saldırdığın ve insafsızca öldürdüğün zaman. Bak şimdi ben senin o terbiyesizliğinin ve hakaretinin intikamını alıyorum.' dedi. Dediği gibi kılıcını çekti ve söz verdiği gibi Reginald'i kendi eli ile öldürdü. Kellesinin kopmasına az bir şey kalmıştı, muhafızlar gelerek onu tamamladı.

Kral Gai bu manzarayı görünce titredi. Sıra kendisine geldi zannetti. Fakat Sultan Selahaddin onu teskin etti ve dedi ki: 'Sultanların, kralları öldürmesi adet değildir, bu onun şanına yakışmaz. Bu adam defalarca anlaşmaları bozmuştu, sözlerini çiğnemişti, olan oldu, geçti gitti.' İş bitti vesselam.

İbn Şeddad'ın yazdığına göre Sultan, Reginald'i istetti ve şöyle dedi: 'İşte al, şimdi ben Muhammed (a.s.) efendimizin intikamını alıyorum.' İbn Şeddad şunu da kaydediyor: 'Sultan önce onu İslam'ı kabul etmeye çağırdı, fakat o bunu kabul etmedi.'

Sultan Selahaddin'in arzusu olan Kudüs'ün Fethi;
Hıttîn zaferinden sonra Sultan Selahaddin'in sabırsızlıkla beklediği o mübarek fırsat hemen geldi. Yani Kudüs'ü fethetme fırsatı.
Kadı İbn Şeddad şöyle yazıyor:

'Sultan, Kudüs'ü o kadar düşünüyor, onun hakkında öyle dertleniyordu ki; dağların bile tahammül edemeyeceği bir yük taşıyordu kalbinde.''
Aynı sene, Sultan Kudüs'e girdi. Hz. Peygamber efendimizin miraç gecesinde bütün peygamberlere namaz kıldırdığı, İslam'ın ilk kıblesi Kudüs tam tamına 90 sene sonra yeniden İslam idaresine girdi. Ne güzel ilahî bir tesadüftür ki Sultan, yine öyle bir miraç gecesine rastlayan günde Kudüs'e girdi.

Kadı İbn Şeddad şöyle yazıyor:
'Bu, muhteşem bir zafer, muazzam bir fetih, coşkulu bir girişti. Bu mübarek girişte pek çok ilim ehli, sanatkar ve tarikat erbabı vardı. Çünkü, sahil bölgelerinin tamamen fethedildiği ve sultanın niyetinin de (Kudüs'ü fethetmek olduğu) haberi gidince Mısır'dan, Suriye'den alimler, Kudüs'e doğru harekete geçtiler.

Bilinen, tanınan kişilerden gelmeyen yoktu. Tekbirler, tehliller (Allah'u Ekber, La ilahe illallah) getirilerek, dualar yapılarak yeri göğü inleten bir ses ve eda ile giriliyordu. (90 sene sonra) ilk kez cuma namazı kılındı. Kubbetü's-Sahra mescidine haç dikilmişti, o indirildi. Heyecan dolu müthiş bir manzara idi. İslam'ın galip gelişinin ve Allah Teala'nın yardım ve lütfunun inişinin gözle görülen bir manzarasıydı bu.'

Nureddin Zengî merhum büyük bir titizlikle ve özenle, dinî bir heyecan ve zevkle, büyük bir masrafla Kudüs için çok güzel bir minber yaptırmıştı. Kudüs fethedilip de Allah orayı tekrar Müslümanlara nasip edince bu minberi oraya dikmeye ahdetmiş, hazırlığını yapmıştı. Selahaddin, Halep'ten o minberi getirtti ve Mescid-i Aksa'ya diktirdi.

İslam Ahlakının Tezahürü:
Selahaddin Eyyubî'nin bu olayda gösterdiği merhameti, anlayışı, bağışlayıcılığı gelin yine o Hristiyan tarihçiden dinleyelim:
'Selahaddin Eyyubî bu olayda gösterdiği yüce duyguları, alicenaplığı, merhamet ve içten gelen şerefli ve asil davranışı daha önceki olaylarda bu ölçüde göstermemişti. Kudüs Müslümanlara teslim edilirken onun emrinde olan komutanlar, askerler ve sorumluluk taşıyan kişiler şehrin çarşı ve sokaklarında nizam ve intizamı kurmuşlardı. Bu askerler ve komutanlar eziyeti, zulmü, her türlü haksızlığı engelliyorlar, hiçbir adaletsizliğe meydan verdirmiyorlardı.

İşte bu düzen ve intizamın sonucu olarak hiçbir Hristiyan'a zarar ziyan verilmedi. Şehrin dışına çıkan bütün yollar Sultan'ın muhafızları tarafından tutulmuştu. Son derece güvenli, dürüst bir insan olan komutan fidyesini (savaş tazminatından her kişiye düşen para) veren her şehirlinin serbestçe çıkıp gitmesine izin verdi.

Sonra Sultan Selahaddin'in kardeşi el-Âdil'in ve Patrikle diğerlerinin binlerce köleyi (esiri) serbest bırakışını anlatarak şöyle devam eder:
'Artık Sultan, komutanlarına dedi ki: Kardeşlerim, benim kardeşim kendi adıma, patrik ve adamları kendi adlarına iyilik ve hayır yaptılar. Şimdi de ben kendi adıma hayır yapıyorum, diyerek komutanlarına emir verdi. Şehrin caddesinde, sokağında, meydanında, köşesinde tellallar bağırttırarak; fidyesini ödeyebilecek parası olmayan ne kadar yaşlı adam varsa hepsinin serbest bırakıldığını, istediği yere gidebileceğini ilan ediniz, dedi.

Böylece bu durumdaki insanlar topluca Baazzir kapısından çıkmaya başladılar. Güneş doğarken başladı, güneş batıncaya kadar öyle devam etti. İşte bu da Sultanın fakirlere, güçsüzlere yaptığı hayır ve hasenattı. Elhasıl işte bu şekilde Sultan Selahaddin bu mağlup olmuş ve fethedilmiş şehre ikram ve izzetini göstermişti.

Sultan'ın bu iyilik ve alicenaplığını iyice düşünür de diğer taraftan Haçlıların 1099 yılında Kudüs'ü fethettikleri zaman şehre girişlerinde yaptıklarım hatırlarsanız, Selahaddin'in ve Müslümanlar büyüklüğünü daha iyi anlarsınız. Müslümanların bu alicenaplığına karşılık bakınız Haçlılar ne yapmıştı: Haçlılar Kudüs'e girdiklerinde Hristiyanlar şehrin cadde ve sokaklarından geçerken oralarda ölmüş veya yarı canlı yatan insanları soymuşlardı.

Masum ve çaresiz Müslümanlar Haçlıların merhametsiz işkence ve zulümlerine uğramışlardı. Haçlılar insanları diri diri yakmışlar, Kudüs'ün surları üzerine ve çatılara çıkıp sığınan insanları mızraklayarak aşağılara fırlatmışlardı. Onların yaptıkları bu vahşilikleri Hristiyan dünyası kendisine şeref kabul etmişti.

Haçlı zalimleri bu mübarek şehri zulümle, kanla boğarlarken, İsa (As.)'ın merhamet, sevgi ve şefkat nasihatler verdiği ve 'Merhamet edip acıyanlar hayırlı ve mübarek kişilerdir. Allah'ın lütfu ve hayrı onların üzerine iner.' buyurduğu bu şehirde Haçlıların yaptığı merhametsizliği, acımasızlığı Hristiyan dünyası neşe ile karşılamıştı.
Devamı haftaya…
Allah'a emanet olun